"Derler ki eskiden bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Fakat Babil Kulesi yıkılınca insanlar birbirinin dilinden anlamaz oldu.
Sözler karıştı, insanlar karıştı...
Bir sürü farklı dil dünyaya yayıldı."
Kırmızı'nın Mirası işte bu paragrafla karşılıyor küçük büyük okurunu.
Kur'an'da, Tevrat ve İncil'de bahsi geçen, ancak daha çok israiliyyât ve çeşitli mitolojik öyküler vasıtasıyla bildiğimiz Babil'le.
Babillilerin tanrı marduk adına yaptıkları söylenen kule, tanrı katına ulaşmak için göğü delmeye ahdetmiş insanoğlu kibrini yansıtır.
Marduk ise bu kibre karşılık kuleyi yıkarak, sözü bir, dili bir bu insanları yeryüzüne dağıtıp bambaşka dillere ayırır.
Babil Kulesi'nin hikayesini ilk merakım herhalde bir Cemil Meriç eseriyleydi. Kırmızının Mirası; aydın kibrine işareten zaman zaman duyduğumuz hikayenin ardına düşürdü büyümeye dirençliyi. Karşıma İngilizce babble (anlaşılmayan biçimde konuşmak, anlaşılmaz sesler çıkarmak) kelimesi çıkınca, bambaşka bir etimolojik yolculuğun heyecanıyla doldum.
Ama ben oradaki okumalarımı derinleştirmeden biçare okuru Babil Kulesi'nin tepesine götürüp bırakıveren Kırmızı'yla hesaplaşacağım.
Hesaplaşma ki, ne hesaplaşma!
Der ki Kırmızının Mirası:
" İşte bu efsane de dilden dile aktarılırken bazı kısımları unutuldu. Hep insanlar konuşuldu. Oysa efsanenin aslına göre, zamanında herkes herkesi anlayabilirdi.
Herkes: yani saksağanlar, arılar, atlar, keçiler ve kurtlar..."
İşte tam da burada yaptı yapacağını yazar. Toprakla, havayla, suyla, envai çeşit canlıyla cenge tutuşup ne var ne yok, ardını düşünmeksizin tüketip kirleten insanoğlu ve kızının kucağına bıraktı mirasını.
İyi de yaptı lakin çok dilliliğin hediyesini de yanına katık etti.
Müşterek, dedi; kadim, kumanya, takât, alicenap, bîhaber, diyar, mahdut, beşer, lütufkâr dedi.
Tüm bu yabancı (!?) kelimeler bazı ebeveynleri tedirgin etti. "Aman, çocuklar ne anlayacak. Bir sürü bilinmedik kelime var". dediler.Bunu söylerken ise farklı dillerde yazılmış çocuk kitapları ve masallar okuyorlardı.
Çocuk anlamaz diye sadeleştirmişlerdi dillerini, daha o doğmadan.
Kimisi de dili sade doğmuş olacaktı ki, pek habersizdi okuduğundan.
Efendim, bilhassa okul öncesi metinlerde az sayıda yeni kelimeye yer vermenin önemi vurgulanır.
Bazı kelimelerin ise ritmik dille nasıl birer kazanıma dönüşüp kelime dağarcığına katkı sağladığına. Bu kadar az sayıda sözcükle hayatımızı idame ettiriyorken hangi kelimenin yeni ya da yabancı sayılacağı da görece değişiyor muhakkak.
Ama biliyorum ki, okuyucunun söze yüklediği anlam küçük okura sirayet ediyor ve büyüğü farketmeden o kelimeler dile işliyor.
Sok derece akıcı, ritmik bir dile sahip masalı çok sevdim.
Kırmızı'nın kucağımıza bıraktığı mirasın bir paydası da dil olsa gerek.
Her lisana açık bir vatanda,
tüm canlıların dilinden konuşan Kırmızı'nın, maceralı ve bilgece yolculuğuna eşlik etmek üzere,
her yaştan okura!
Kırmızı'nın Mirası
Yazan, Sezai Ozan Zeybek
Resimleyen, Esra Uygun
Nito Kitap
5+
0 yorum:
Yorum Gönder