7-8 Nisan 2018 tarihlerinde "Her Mahalleye Bir Kütüphane"isteyen ekibimizle birlikte, projemizi sunmak üzere, Doç. Dr. Asiye Kakırman moderatörlüğündeki Okuma Kültürü Çalıştayı 7 numaralı müzakere masasındaydık.
Harikulade insanlarla tanıştık ve ufuk açıcı, umut vaadeden projeler, fikirler dinledik ve duyduk. Hemen her masada, hali hazırda ülkemizin çeşitli bölgelerinde kendi gayretleriyle okuma kültürünü inşaya yönelik proje ve etkinlikler gerçekleştiren güzel insanların varlığını duyduk. Birçok harika insanla ise tanışmaya fırsat bile bulamadık.
Bu arada da Her Mahalleye Bir Kütüphane projemiz masamızdaki diğer bazı değerli fikir ve projelerle birleşip "Yaşayan Semt Kütüphaneleri" ismiyle tek bir projeye halinde Kalkınma Bakanlığı, Yerel Yönetimler, Kültür Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından uygulanmak üzere ilgili makamlara sevkedilmiş bulundu.
"Her Mahalleye Bir Kütüphane" olsun diye isteğimizi yüksek sesle dile getirip, kapılar aşındırdığımız, imza ve desteğini almak üzere iletişim haline geçtiğimiz çok sayıda kişiden sonra bugün bu sonucun sevinci hala tazeliğini koruyor.
Görünen o ki, bir süre daha hayallerimizin gerçek olabileceğine dair bu büyük umudun ipine sarılıp şen olacağız.
Bu kısa özetten sonra çalıştayın ilk günü, değerli panel konuşmacılarının açtığı ufuktan hasbihal etmek isteğiyle aldım kalemi elime bugün. Elbette paneli dinlediğim yerden, çokca eksikle.
Panel başlamadan yansıtılmış ekranda iyi bir okuru olduğum, değerli Alev Alatlı'yı görmek ve dinlemek benim için güne başlamanın en güzel şekli oldu.
Ardından henüz müzakereler başlamamışken, "mahalle kütüphaneleri" nin önemini zikreden Prof. Dr. Mustafa Isen' in konuşmasıyla heyecanlandım.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Ibrahim Kalın'ın hakikatin bilgisine eriştiren bir okuma yolculuğunun güzelliğini tasvir ederken dinleyicilerin avuçlarına bıraktığı fenemonoloji - keşf'ul-mahcup felsefesi üzerine düşüncelere daldım.
"Kalem oynatmadan kitap okunmaz" diyen Kalın, bir yazı hayatının olmasının okumayı da disipline ettiğini söyleyerek, okunan eserlerden notlar almanın verimli ve derinlemesine bir okuma için öneminden bahsetti.
Ihtisas kütüphanelerinin önemine de değinen Kalın, interdisipliner okumalara işaret etti.
Kalın ayrıca, "Kendi hikayelerimizi tekrar okuyup anlatmamız, kendimizi başkalarının aynalarında arama, kaybetme garabetinden kurtulmamız lazım", dedi.
Prof. Dr. Mustafa Isen,
"Çeviri eserlerin son derece artmış olması, dünyaya entegrasyonda ilerlemeyi gösteriyor" diyerek, Unesco'nun "herkes için eğitim" ülküsünün "herkes için kültür" olarak güncellenmesinin önemine değindi.
Kur'an'daki üç emre vurguyla, akli ve zihni melekelerin geliştirilmesinin önemini belirterek "merakın öldürülmemesi" gereğine değindi.
Çok sevdiğim ve eski, iyi bir okuru olduğum değerli yazar Beşir Ayvazoğlu ise tam da ondan beklediğim hakiki okur ve yazarlık vasfıyla aklıma ve gönlüme köprüler attı.
"Her kütüphane, sahibi için bir otobiyografidir" dediğinde otobiyografimi düzenlemem gerektiğini farkettim. :)
Sahip olduğu dia arşivini şimdi kullanamadığını aktarırken, kasetlerin, cdlerin ve belki de gelecekte flash belleklerin yok olacağını ifade etti Ayvazoğlu.
"Medeniyet hafızasını siliyor" dediğinde ise tahmin ediyorum ki yalnızca benim değil, tüm dinleyicilerin zihin haritalarına bambaşka köprüler attı.
Hafızasını silerek, kendi kendini yok etmeye programlamış bir medeniyete karşı, medeniyeti kendisinden korumak için basılı eserleri, kağıdı, kalemi muhafaza etmeliyiz.
Medeniyet kelimesinin karşısındaki manalardan biri, kendini yok etmeye programlı bir virüs olduğunda hızlı mesajlar dünyasının hergün başka bir reprodüksiyonuyla kendini kopyalayarak tüketen sosyal izdüşümlerini anlamak kolaylaşıyor.
Geçtiğimiz yıllarda "Revolution" isimli bir televizyon dizisinde tüm dünyada elektriğin yok olmasıyla başlayan yeni düzende, ilkel becerileri elinde tutanların zaferi vardı.
Olası gerçeğe çok yakın bulduğum bu ironik senaryo gösteriyor ki, "medeniyetin" çemberinden kurtulup, toprağı derinlemesine kazan, hikmete ve hakikate ulaşmaya çalışan kahramanlara ihtiyacımız var. Şimdi onlara "deli" denebilir ancak ileride birgün "kahraman" denilecek.
Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün'ün sosyal medya yazarlığını yarı cahillikle ilişkilendirip Guenon'a atıfta bulunduğu konuşmasını bir "sosyal medya yazarı" olarak çok toptancı bir değerlendirme olarak görüp şaşırdıysam da bu noktada örtüşen yönleri görmemek güç.
Zira kimsenin bir paragraftan sonrasını okumadığı, şu anda kaleme aldığım yazılar gibi uzun ya da diğerleri gibi kısa ve karmaşık (?) metinler birbirini tekrarlayıp, derinleşmeyen bir enformasyon döngüsüne işaret ediyor. Öte yandan sosyal medya okur-yazarlığının da bir okur yazarlık çeşidi olup, hayli önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor belki de. (Eh, benden de aksini söyleyip bindiğim dalı kesmem beklenemezdi)
Medeniyet dediğiniz şey, kapitalizmin ta kendisi olarak bugün, söze ve yazıya da hükmediyor. Eskiye dair ne varsa birer tüketim kültürü aracı olarak yazın hayatımıza ve sosyal hayatımıza giriyor. Ancak popüler kültür araçlarıyla modanın bir tüketim aracı olarak önümüze koymadıklarına soframızda yer yok. Örneğin Vintage modaysa, modanın öngördüğü ölçüde ve izin verdiği zamana kadar var olmalı. Tüketim bittiği halde kazmaya devam ediyorsanız sistem size deli gömleğini giydiriyor. Ne konulduysa ve ne kadar konulduysa onunla iktifa ediyoruz. Dahasına, çoğumuzun vakti de yok. Çünkü kapitalizm...
Hakikatin bilgisine ulaşmak isteyenlerin sahip olduğu küçük adanın yüz ölçümü giderek daralıyor.
Şayet medeniyet hafızasını yok etmiyor olsaydı, ilerlemek mümkün olabilirdi.
Lakin, kapitalizm döngüden çıkıp ilerlemeye karşı belli ki.
Karamsar mı geldi?
Halbuki ben bir parça daha aydınlanmış hissettim doğrusu.
Baudrillard'ın "Simulasyon ve Simulakr" ıyla kurduğum derin ilişkiden midir bilemiyorum, zihnime atılan her köprü dönüp dolaşıp içinde yaşadığımız dev simulasyona çıkıyor.
Cumhurbaşkanı başdanışmanı Ayşen Gürcan'dan not almadim ne yazık ki.
Onu da varsa, sizlerin notlarından, "sosyal medya okur-yazarları" ndan takip etme niyetindeyim. :).
Şu hayatta derdi olanın hali olmayanın halinden evla olsa gerek.
Zira dert sahibi olmadıysanız, aslında belki de hiç yaşamadınız.
Birilerinin sizin için uygun gördüklerine sorgulamaksızın, talim ettiniz. Yaşam ünitesine bağlı halde, öylece...
Bir masal insana bunları ve daha neler neleri düşündürürmüş.
Sezai Ozan Zeybek, dert sahibi bir akademisyen ve yazar. Belli ki çocuk sahibi olmak da bu dertlerin en güzellerinden. Dertlerimiz ortak olur ya da olmaz, dert sahibi olmak şu hayattaki en büyük ortak paydalarımızdan değil mi?
Üç Sihirli İnci, yitip gitmekte olan "sözün hakkı" ne dair bir güzelleme.
Bir Çin masalından mülhem eser, üç kademeli, mitolojik bilgelikle bezeli coşkusuna, küçük büyük tüm okuru katıp çağlıyor.
Üç Sihirli İnci'nin hikmeti, bir taş ustasının müstakbel çırağını imtihanıyla yılan, at ve ejderhanın ağzında gizleniyor. Bu üç yaratığın dili, söze muhafızlık eden birer saklı hazine gibi muhafaza ediyor incileri.
Söz yerine getirildiğinde bir bir serbest kalıp ağızlardan düşen taşlar, yüreklerinde gizledikleri incileri hediye ediyorlar.
Verdiği sözler uğruna taş ustalığına veda ettiğini zannederken, imtihanın büyüğünün galibi bir yiğit kız oluyor.
Yiğit ya, yiğitlik saçın boyuyla değil muhakkak. Yazar, Kırmızı'nın Mirası gibi Üç Sihirli İnci' de de bir kadın karakter tercih ettiği gibi, onu yiğitlikle payelemiş.
Büyük bir lezzet alarak ailece okuyup dinlediğimiz masal, masal saatlerimizin vazgeçilmezlerinden olmaya namzet olurken yetişkin okuru Çin mitolojisine doğru seyahate çıkardı.
Dünyanın bir ucundan diğerine bambaşka bir anlam haritası ihtiva eden mitler üzerinde uzun uzun düşünürken bulduk yine kendimizi.
Bir tavşan, dünyanın bir ucunda korkak olarak tasvir edilirken, diğer ucunda nasıl da bilge ve yol gösterici oluyor? Ya incinin dünya anlam haritası üzerindeki yolculuğuna ne demeli?
Elbet, sihirli ve duru ışıltısıyla bir istiridyenin karnından doğan bu değerli taş, saflığın ve bilgeliğin işareti olacaktı.
Hem değil mi ki; zararlı organizmalar, kum ve çakıl parçalarından kendini koruyup savaşırken, gelişip serpilen ve güzelliğiyle gözler kamaştıran incinin hikayesi, başlıbaşına nice hikmetler barındırır.
Ejderhalar, baykuşlar, yılanlar, kaplumbağalar ve filler nasıl da bakanın gözünden zihnine, bambaşka sözlere damıtılıp nesilden nesile aktarılırlar.
Masallar toplumların temel değerlerini, ahlak ve adalet ilkelerini, dertlerini, zaferlerini kültürel kodlarına nakşedip nesiller boyu aktaran birer muhteşem hazine.
Sezai Ozan Zeybek'in yazdığı ve yine Esra Uygun'un rüya gibi resimlemesinin eşlik ettiği Üç Sihirli İnci, dilerim ki dilden dile, gönülden gönüle ve nesilden nesile köprüler kurar.