Hala o dehşet görüntüleri flashbacklerle patlıyor kafamızda!
Dün akşam saatlerinde, saati bilmezken, dost meclisinden henüz ayrılmış,tatlı hülyalardayken..
Ertesi günün planları farkında bile olmadan zihnimde dönerken..tek gecede tüm ülkenin planları donduruldu!
Dünyanın en kötü şakasıyla sarsıldım milyonlarca insan gibi!
Bir parodi bile bu kadar klişe kullanamazdı! Darbe mi? Yıl 2016 efendiler! Delirdiniz mi?
Gerçeklik hissinden hızla uzaklaştığım o anlarda hemen yanıbaşımızdaki otobandan geldiğini tahmin ettiğim davul zurna sesleriyle irkildim!
Düğün mü?! Yok canım, olabilir mi? Duymadılar mı acaba?
Yoksa?!
Çok ama çok uzun sürdü bu şamata! Şaşkınlıktan ve kederden kalakaldım.
O saatlerde bunun bir "tiyatro"olmasını diliyorduk.. nitekim öyleydi de! Birileri oyunculuklarını konuşturmuş, geçmiş darbe senaryolarından derslerini çalışmış, bizimle oynamaya gelmişlerdi!.. Ardından başbakanın ve cumhurbaşkanımızın mutedil ve dirayetli ifadelerini dinledik televizyonlardan!
Öyle ki cumhurbaşkanını sevmeyen bazılarımız onu gördüğüne hiç bu kadar sevinmemişti!
...
Yemedik! Sokağa çikma yasağı mı?!Karne de verecek misiniz? Ya da karartacak mısınız kalplerimizle birlikte dünyalarımızı da? Gücünüz yeter mi?
Bizden alacağınız eğitim, aşk, sanat, bilim yapma hakkı karşılığında canımız mı?
Ya ruhunuz, ya canınız! dediler bize.
Öyleyse, gücünüz yeterse CANIMIZ!
Unuttular!
Senaryosunu çalıştıkları o filmi biz de izledik!
O filmi yaşadık!
Ama bu deliler güruhu ellerinde silahlar, kan dökmeye yeminli ve kararlı oradaydılar işte!
Sahneyi çok sevmişlerdi, ellerinde tuttukları silahların soğuk metalini de belli ki!
Ben, eşim ve bu yazıyı yazmadan 2 saat önce 6 yaşını dolduran oğlumla sokağa fırladık!
Davul zurna sesleri hızla ardımızda kalırken korna sesleri ve tekbirlerle yollara dökülen onlarca aracın içinden yürümeye başladık.
Sağ tarafımızda yol boyunca dizili bankamatiklerin önünde L biçimli uzun uzadıya kuyruklar vardı.
Market ve Fırın önlerinde sıralanmış, gözleri boşluğa bakan, umudunu bir bildiriyle toprağa gömen yüzlerce insan bu berbat filmde figüran olmayı kabul etmiş haldeydi.
Kimisi de ellerini ovuşturup "kalkışma"nın başarılı olmasını dilerken hızla yiyecek depolamaya devam ediyor ve evinde televizyonunun karşısına geçmek için can atıyordu.
Demokratik seçimleri izler gibi soğukkanlılıkla izledi kimileri! Kanı ve ruhu çekilmiş halde izledi!
Yol kenarlarında konvoyları alkışlayan insanlar vardı, yürüyen insanlar, koşan insanlar, kaldırımlara oturup dua eden insanlar, birbirine sarılmış ağlayan insanlar vardı!
Kısıklı'ya kadar yürüyecektik. Oğluma doğru cevirdim bakışlarımı, "kötü adamlara izin vermeyeceğiz anne di mi!?" dedi. Tatlı bir sevinç ve çocuksu masumiyetiyle ruhumu tazeledi..
Otostop çekmeyi denedik ve hemen önümüzde özel bir minibüs durarak bizi kabul etti.
Aynı minübüs yol boyunca birçok insanın önünde durdu. Uzun saçlı, uzun kulaklı, kısa kollu, kısa kulaklı, yandan yemişi, fiyakalısı, mutedeyyin görünümlüsü, at hırsızına benzeyeni (!?).. o minibüse binen her bir kişi, direnişi ayağa kaldıran bir toplumsal sınıfın ferdi gibiydi. Aslına bakarsanız toplumsal sınıf herzesini yendik gibiydi.
Öylesine büyük bir metanet ve beraberinde birlik olma ve coşku hali vardı ki!
Kısıklı'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'in evinin yakınındaydık. Ancak ardımız da, önümüz de hınca hınç araçla ve insanla çevriliydi. Daha fazla ilerleyemedik ve araçlardan inip Kısıklı meydandaki coşkulu kalabalığa yaklaşmaya çalıştık.
Safları sıkılaştırdık! Safları sıkılaştırdık! Tekbirler minarelerden yukselen sela seslerine karıştı!
Sonradan her iki manada da "alçak" uçuş yapan jetlerin sesi olduğunu ögrendiğimiz o ürkütücü ses minarelerden gelen selaları bastirmaya cehdetti!
Jetler uçuşlarını sürdürürken kalabalıgın içinde tekerlekli sandalyesiyle ilerleyen bir adama takıldı gözlerim. Babasının sırtındaki çocuklara, ağlayarak birlik olmaya çağıran o teyzeye!
"Bu gece uyumayın ki bundan sonraki geceler huzurla uyuyalım! Meydanları terk etmeyin yavrularım!" diyordu seksenlik koca yürekli o teyze!
O kalabalıkta koca yürekli insanlar vardı! Seven insanlar! Inanan insanlar!
Sela sesleri ve tekbirler ortak bir sevgi dilinin ifadesi oldu 15 Temmuz gecesi!
Tüm "öteki"lerin ve dahi inançsızların bile ortak dili oldu!
O gece ve ardındaki geceler oy kullanmadığı ve hatta zerre desteklemediği halde, meşru hükümetin arkasında durmak için orada olan koca yurekli binlerce insan vardı!
Demokrasi, demokrasi diye inlerken bu modern zaman teriminin ifade ettiği manadan uzak, bindiği dalın kesilmesine alkış tutan, düşerken de hala ağaçtakilere söven insanlar vardı evlerinde, televizyonlarının karşısında.
Aynı televizyonların karşısında elleri semaya cevrilmiş istiğfar ve dua halinde olanlarlar vardı!
Oğlum biz onu taşiyamaz hale gelince kaldırıma oturdu..
O halde uyuya kaldığını farkedip kucağımıza aldık.
Kalabalığın içinde, "Kalkışma başarısız oldu, evlerinize dönün!"diyen işbirlikçiler, türlü adreslerde toplanmaya çağırarak kalabalığı yönlendirmeye çalışan iyi ve kötü niyetli insanlar vardı.
Erdoğan'ın evinin hemen arkasındaki bölgede de bir grup bekliyordu ve biz onlara katıldık bir süre sonra.
Korumalardan biri yanımıza yaklaşarak çocuğu resmi araçlardan birine yatırabilecegimizi söyledi. Teşekkür ederek aracın içine yatırdık ve nöbete devam ettik.
Tam o esnada, çok yakınımızdan gelen iki büyük patlama sesiyle dizlerimizin bağı çözüldü. Diller tekrar duaya döndü!
Korumalardan biri provakatorlere karşı, isyan ve kederle topluluğa seslenerek, "Burada da size ihtiyacımız var! Bahsi geçen yerlerde toplanıldı, buradan ayrılmayın!" dedi.
Daha sonra ses bombası olduğunu öğrendiğimiz o dehşet verici gurültünün tesiriyle korumaların ve silahlı araçlarının olduğu o bölgenin hedef olabileceğini düşünüp çocuğu araçtan aldık.
Vicdanımızda bir sızı, cepheden uzaklaşan vatansever kederiyle sabaha karşı 03:30'da hemen yakındaki ofise gidip oğlanı var olan tek kanepeye yatırdık.
Birkaç saat dinlenmek için ofis sandalyelerini seccadeler ve kilimlerle destekleyip, egreti biçimde tepelerine tünedik.
Ama uyuyabilmek ne mümkün.. Nöbeti devrettiğimizi umud ettik ama nafile!
On dakikada bir kesileceğim diye göz kırpan elektrikler eşliğinde ofis bilgisayarlarından haberleri takip ettik.
Bu arada "kalkışma"nın bastırıldığı haberleriyle birlikte Külliye yakınında sivil halk direnişinin üzerine atılan bombaların haberini aynı anda almanın dehşeti süruyordu. Hala kalabalığa çok yakındık ve her jet geçisinde ve patlama sesinde camlar sallanıyor,bastığımız zemin titriyordu. Her patlama sesinde yerinden sıcrayan oğlum şaşkınlıkla etrafına bakıyor ve sonra göz göze geldiğimizde gülümseyerek tekrar uyuyordu.
Karanlığı ve savaş naralarını delen, semayı kaplayan bir tek ses vardı.
Aynı anda atan kalplerin o muazzam sesinin, minarelerdeki selalara karıştığı harikulade bir musikiydi bu!
Sevgimizle, tum ortak tarihimize ragmen ve beraber BIRBİRİMİZE OLAN YILMAZ İNANCIMIZLA bizi asla ama asla yıkamayacaklarına imanım tamdı o anda! Selalar ve bu coskulu birliktelik bypass etkisiyle tüm kalpleri aynı anda gür bir sedayla attırıyordu.
Herşeye rağmen varlığını sürdüren "birbirimize karşı inancımız" ve sevgimizle ayaktayız!
Bize seven insanlar lazım! Her kosulda seven, herkesi, hala, yine de seven!.. Sevgisi nefretine galebe çalan!
Biz koyun sürüsü değiliz! Dipçiğin ucuyla güdemeyecekler! Çok şükür ki yapamadılar ve yapamayacaklar!
Dün ve bugün yine meydanlardayız. Milletçe şehitlerimizle vedalaşıyoruz.
Hastanede yoğun bakımda olan arkadaşlarımızın, dostlarimızın ve bazılarını hiç tanımadığımız adalet savaşçılarının yanındayız.
Çok yakın olduğumuz dostlarımızı, sevdiklerimizi kaybettik.
Bir Jean Pierre Jeunet filmi olan Micmacs'i hatırlattı Balıkçı Osman. Istanbul manzarasında hurdalardan yaptığı göz kamaştırıcı nesneler denizin kıyısını bir sergi salonuna dönüştürüyor ama ne yazık ki hurdalardan sanat martıların karnını doyurmuyor. Zavallı martılar her defasında Osman'ın oltasının ucundan bir balık çıksın diye beyhude yere beklerken, çıka çıka çerçöp çıkıyor nasiplerine.
Osman'ın hurda yığınında anılar, düşler, büyüleyici şeyler bir araya gelip akşam gezintisine çıkmış insanların hayran bakışlarına mazhar oluyor.
Peki ya martılar?
Hikayenin sonunda Osman'ın hurdaları arasından onlar için de bir sürpriz çıkıyor.
Hem de ne sürpriz!
Artık diledikleri kadar balık yiyebilirler.
Rahatlıkla daha fazla metinle anlatilabilecek bir hikayenin az sözle, az açıklamayla verilmiş olması size şaşırtıcı gelebilir. Hatta belki de bu durumu yadırgayıp beğenmeyebilirsiniz. Malum, ne kadar cok konuşur ve ne kadar çok anlatırsak o kadar çok öğrenip anlayacaklarını düşünürüz çocuklarımızın. Bir resim sergisini, çocuklarımızla sessizce gezmek ve birlikte düşünmek nadiren yaptığımız şeylerden. Yazar hikayesini sözcükleri kullanmadan anlatmanın bir yolunu bulsa kullanmayacaktı belki de..Ben bunları düşünürken elim kitabın sayfaları arasinda tekrar gezindi ve yazarın biyografisine takıldı gözüm. Guzel Sanatlar Akademisi'nde tasarımcı ve ressam olarak çalışan Anne Hofmann'in yazarken ve resimlerken her iki dili ifade aracı olarak birlikte kullanma şeklini daha iyi anlıyorum şimdi. Bir ressamın, zaman zaman resim sanatını söz sanatına yeğlemesi pek tabii olsa gerek.
Harikulade resimlemesiyle Balıkçı Osman "sessiz kitaplar" kategorisinde de göz kırpıyor okura :)
Telefonsuz, internetsiz, televizyonsuz ve hatta kısa bir süreliğine elektriksiz bir bayram tatilinden sonra içimiz buruk evimize döndük.
Daha İstanbul tabelaları görünmeden geldi çöreklendi güzelim neşemizin üzerine "İstanbullu huysuzluğu". Saldı içimize yarım kalan işlerin, bitmemiş hesapların çetelesini mendebur!
Telaşla sırt çantama gitti elim, ilaç arar halde. Çay kenarından toplanmış envai çeşit taşa dokundum. Ayva yaprağına sarılmış çizgi oyunu kağıtlarını kontrol ettim. Fener ışığında, yediden yetmişe tüm aileyle oynadığımız isim-şehir kağıtları da işte oracıktaydı. Eller değmiş "göbü"nün tadını aradım damağımda, çam kokusunu, geyik böceğinin sesini, kocadağın yeşilini, ak yağmur inen başımı, şiselediğim köy havasını, suyunu, eteklerimdeki kaçak yolcuları, börtü böceği..
Sırt çantasını kapatacakken mis gibi tarhana kokusu sardı ortalığı..
Oh, rahatladım! Eksiksiz, tastamamdık.
Şimdi fotoğraflara bakıyorum içimdeki çocuk neşemle..
Bugün varım, yarın yok..
Bugün varlar, yarın yok..
Çocukluğum,annem, babam, memleketim..
Uzaktakiler ve yakındakilerle bir bayram daha bir dolu hatıra ve macerayla geride kaldı..
Eve gelindi, televizyonun düğmesine basıldı ve gerçeklerle yalanların keşmekeşindeki dünyanın kalanından haber alındı..
Omuzlar duayla secdeye düştü ..yeniden..
Bayramlarımız bayram ola!
Köyde Bayram, kısım 2
Oğlan-Kirmizi karincalarin yuvasini bulduuuk!
Kız-hmm.. Bunun için mi geldik burayaaa?! 😂❤ Köyden hareketle dağ bayır aşıp, dikenli patikalardan yürüdük. Kayalardan tırmanarak karşı tepeye çıktığımızda çölde susuz ve aç kalmış bir kafile edasıyda, dilimiz dışarda yol kenarına sıralandık.
Çocuklar microorganizma keşfindeyken çekirdek çıtıp kalan birkaç damla suyla tuzdan kurumus dudaklari kurtardık.
Neyse ki kimseyi ayı kapmadı,
Kimsecikler zehirli ottan göçmedi.
Tam sayıyla, eksiksiz tamamladık doğa yürüyüşümüzü.
Bir minübüs geçti tozu dumana katarak.
Tam kaldıracakken otostop icin elimizi, baktık çekirdekle dolu.
Kıyamadık 😂
Az sonra çeken tek telefonla köy arandı, eşlerden biri arabasıyla gelip yol yorgunlarını mola yerinden köye ulaştırdı.
Helikopter böcekleri,
Envai renkte kelebek,
Kurbağalar,
Cırcır böcekleri,
Dağ kekiğinin mis kokusunu aldık yanımıza, yola revan olduk.
Köyde bir bayram günü, biz tabiatla işte böyle bayramlaştık 💕
Köyde Bayram, Kısım 3
Köydeki ilk günde bayram sabahı kahvaltısını kaçırdık. Trafik kaygısıyla bayram sabahı çıktığımız yol sebebiyle, ikindi vakti köye ancak eriştik.
Bilhassa oğlan için çifte bayram oldu. Zira hem babaannesini ve kuzenlerini, hem de köyü tüm kış dilinden düşürmemişti.
İlk gün bayramlaşma ve bolca neşeli hikaye, sorgu sual, dertleşme ve klasik bayram hallerini takiben akşam üstü çayında sohbete dev boyutlu ve uçabilen, kıskaçlı, siyah böcekler dahil oldu. Bol gürültülü kanat sesleri ve devasa boyutlarıyla bizi hayli ürküten böceklerden dolayı balkon çayını içeri aldık. Meğer ne hikayeleri varmış bu geyik böceği denen gösterişli mahlukun. İstanbul'a gelip internete kavuşur kavuşmaz(!) araştırdım ve şaşkına döndüm. Meğer türü koruma altına alınmak üzere dikkate konu bu böcek sadece Adana civarında, ülkemizde bulunan ve bilim adamlarıyla, Çinli alıcıların tanesine 90.000 dolara kadar ödediği "böceklerin kralı"namlı, dünyaca ünlü bir starmış. #bir anime karakteri olarak boceklerin krali
İstanbul'a bu kadar yakın, Adana'dan ise uzak olmasına pek şaşırmadım doğrusu..Ancak uzun yıllardır köyün sakini(!) olan bu canlıların namından kimsenin haberdar olmamasına şaşırdım.
Tarihi kalıntıları, anıt mezarları hallaç pamuğu gibi kaldırıp altında hazine arayarak kazılmadık yer bırakmayanların nasıl da gözünden kaçabilmiş hayret!
Öte yandan whatsapp grubundan köydeki tek internetli telefona aileye haber edildiğinde yeğenden gelen ilk cevap: "yenge beş dakika önce yazaydın ya :D babannem az evvel bir doksanı ezdi güzelce"oldu.
Neyse ki bu canlıların satılması yasaklanmış da ekosistemin muazzam zarında bir delik daha açılması önlenmiş olmuş. (Yine dönemedik köşeyi, iyi mi!) Kih kih
Köydeki ziyaretler, bayramlaşmalar, anne dolması, buzağısı, hindisi, imece usulü Emine teyze göbüsü, limon kolonyası, tütün kolonyası, ev baklavası eşliğinde sürerken bir akşam çocuklarla çizgi oyunu oynadık.
İkinci akşam ise yetişkinlerin neredeyse tamamı da oyuna katılınca çizgi oyununa isim şehir ekledik. İsim şehirde kuşak farkı inanılmaz eğlenceli sonuçlar çıkarıyormuş ortaya, onu gördük. Elektrik sabotajı yapıp fenerleri mumları yakarak siz de deneyebilirsiniz bence, caizdir.
Çizgi oyunu ne menem şey diyecek olursanız çocukluğumuzdaki çivi oyununa benziyor biraz. (hani çamura çivi atarak yapılan. Eşim hatırlatmasa neredeyse unutmuşmuşum)
Oyuncular bir masanin ya da yer sofrasinin etrafini sariyor ve bir kisinin kagida bir cizgi cekmesiyle oyun basliyor. Oncekinin biraktigi yerden diger oyuncu bir cizgi cekiyor ve sekil tamamlaniyor.
Neye varacağı belli olmayan bu çizgileşmenin sonu ise oyuncuların hayal gücüyle yorumlanıyor. Neler çıktığına inanamazsınız. *Oyun Arastirmaci Cocuk Dergisi eki Cizgili Yaz Oyunları'ndan ;)
Ertesi gün kabir ziyareti için gölün oradaki kabristana gidildi. Kabir ziyaretinin ardından çeşmeden su alınıp bir sefer daha yapıldı.
Geçmiş bayramlarda tam da burada, sülüklü gölün yanı başında piknik yapmaya azm ile cehd etmiş idik ve oğlum güneşin altında ölmüş ve olduğu gibi kurumuş bir kaplumbağanın kafasını öpmüştü haberli habersiz. :)
Hatıralar anıldı, gülündü..
*Buraya o kaplumbağanın fotoğrafı arana, buluna, koyula
Büyükannenin elini öpmek için Cövre(Çevre) köyüne gittik ve orada çaya indik. Özellikle çocuklar ve biz büyümeye dirençliler çayda çok eğlendi. Geçen yıllarda HES projesinin gündemiyle çok hüzünlüydük. Neyse ki çayda büyük bir değişiklik yoktu.. İnşallah çocukların ve çocukluğumuzun hatırası çayla birlikte kuruyup solmaz...
Gelmeden hemen önceki gün Kocadağ'da pikniğe çıkmaya karar verildi. 10 yıldır ilk defa benim için..
Çay demlendi, örtüler sergiler hazırlandı derken hava iyiden iyiye bozdu.
"Yağar, geçer" temennileri ve neşeli bir inançla arabalara doluşup kocadağa çıktığımızda yoğun yağış sebebiyle kilimleri yere değil kafalarımızın üzerine serip çatı ettik.
Hızla toparlanıp arabalara ve oradab da köy meydanına gittik. Bu arada icimden ve dışımdan dua ediyorum az öteden ayı da görsek de öyle kaçsak iyiydi diye.
Yağış ak yağmura(sert ve iri dolu) dönüşünce arabalara serildi bu sefer kilimler :D ve hızla köyün misafirhanesine sığındık.
Gökteki büyük su balonu patlayıp şakanın alasını yapınca bizim su balonları yalan oldu sanmayın. Arabadan köy evine dönerken kımıl kımıl hallerine kıyamadık :)
Bir bayram da bir suru daha hatirayla boylece ardimizda kaldı. Nice bayramlara, sevdiklerimizle, barış ve huzur içinde erişelim insallah!