Bir küçük buzağı, tatlı mı tatlı. Fakat diğerlerinden çok farklı. Yarısı ak, yarısı kara bu sevimli buzağının asıl farkı ön bacaklarını kullanamaması. Arkadaşları gibi hoplayıp zıplayamıyor sevimli buzağı, kırlarda peşleri sıra bakakalıyor mahzun. Ancak çoban razı gelmiyor yardım etmemeye. Elini, kolunu, yüreğini, aklını işletip sevimli buzağıya bir bisiklet yapıveriyor.
Buzağı büyüyüp bisikleti büyümeyince, daha da büyüğünü yapıyor.
Bir gün, büyüyüp kocaman olan alaca keçi, boynuzları çalılara dolanan bir erkek keçiyi kurtarıyor derdinden. Kazandığı bu yeni arkadaştan hiç ayrılmıyor alaca keçi. Bahar geldiginde annelerinden farklı ama aynı, biri siyah biri beyaz iki yavru geliyor dünyaya!
Feridun Oral'ın yazıp resimlediği eser benim için bir engelli duyarlılığından çok daha fazlasını ifade ediyor. Biraz destekle ve gayretle "farklı ama aynı" olabilmenin zenginliğini anlatıyor. Fiziksel engellerde değil zihinsel ve insani engel ve ayrışmalarda da ortak insani paydanın değerini hatırlatıyor. Yaradandan sebep yaradılanı sevmenin hikmetini.
Bir tabaktan yemenin, nimetleri paylaşmanın ve günü geldiğinde aynı toprağa girmenin.
Çizgi filmlerin, kara sakallı, aksayan bacaklı, âmâ gözlü, protez kollu kötü adam tiplemelerinin tesiriyle bazı fiziksel fark ve engeller birer korku öğesi. Modern dünyanın tam ve mükemmel kabul ettiği android insan tipi ise, ekranlardan ve cicili bicili oyuncaklardan algıları istila eden, birbirinin aynı yapaylıkta prorotiplerle arzı endam ediyor.
Ailesinde ve yakın çevresinde engellerle tabii biçimde karşılaşan ve bunu kanıksayan, engelli akrabası ve komşusuyla gülüp oynayan bir çocuğun ayrıca engeller konusunda derse ihtiyacı olmayacağını düşünüyorum.
Aynı şekilde, engeli hakkında sorular sorulmayan, bakıslar odaklanarak taciz edilmeyen, iyi niyet temennilerinin doz aşımıyla zehirlenmeyen engellinin de akran zorbalığı ya da sosyal sorunlarla karşılaşma ihtimali azalır.
Ancak ne yazık ki duyarlı bir ebeveyn rehberliğinde dahi "farklı ama aynı"olunduğunu başka biçimlerde söylemeye ihtiyaç duyuyoruz.
Bu eseri bu sebeple de önemli buluyorum. Merhamet önce kendi ruhumuzda ekeceğimiz, ardından büyütüp besleyeceğimiz bir değerli fide.
Bir çeşme neye benzer? Bir musluğa, sürahiye, fıskiyeli bir havuza ya da.. Hiç çeşme görmemiş bir sınıf dolusu çocuğun çeşme görmesi gerektiğine işaret eden o birbirinden ilginç resimlerden sonra, resim öğretmenleri karar veriyor.
Bir sonraki derste okullarının yakınındaki Çengelköy Lahana Çeşmesi'ni ziyarete giden çocuklar öğretmenlerinden çeşmenin hayat öyküsünü dinliyor. Hayat öyküsü ya, ne sandın! Nelere tanık oldu, kimlere omuz verdi, hangi dertleri dinledi, hangilerini suya kattı götürdü, hangi kurumuş dudakları ıslattı kimbilir.
Çocuklar, çeşmenin lahana biçimli sarığının öyküsünü dinleyip at üzerinde cirite tutuşmuşken düşünüyorum. Şehirlerin ruhu var derdi Mustafa Armağan, "Şehir Asla Unutmaz"da. Mutlu insanlar olduğu gibi mutlu şehirler de vardır. Neşeli şehirler, gamlı şehirler, bacası dumanlı, insanları kurumlu şehirler. Uzun yüzlü, uzun boylu, iki tarafı kavaklı uzun yollu şehirler..
Sanmayın ki suyu akmayan, kurnası olmayan, musluğu kırık Lahana Çeşmesi'nin öyküsü öğretmenin anlattığından ibaret. Lahana Çeşmesi'nin küçük kahramanı Rüzgâr'la birlikte ögreniyor ve dört bir yana dağılmış öykülerini bir hikaye toplayıcısı gibi yakalayıp ağımıza atıyoruz.
Rüzgârın dedesi için bir dinlenme taşıymış çeşme. Daha küçük bir çocukken; arkadaşları Todori, Yanni ve Tanaş ile Sirtaki oynadıktan sonra terli yüzlerini çeşmede serinletirlermiş.
Rüzgâr'ın abisi için ise çeşme, bir ayakkabı bağlama taşıymış meğer.
Başka bazı kişiler için, ne yazık ki çöp taşıymış.
Babası için, maç yaptıktan sonra soluğu başında aldıkları mola yeriymiş.
Bir başkasına göre çeşme, tükürme taşıymış ve Rüzgâr'ın babaannesi bu durumdan hiç ama hiç hoşlanmamış.
Çünkü babaannesi için çeşme, kömür karasını arındıranmış.
Kimi için poz verme taşı, kimi için tabela, kimisi için de kocaman kucaklanacak bir arkadaşmış o.
Topladığı tüm hikayeleri hikayesine katıp çoğaltan Rüzgâr için ise, çok daha fazlasıymış artık.
Rüzgâr hikayeler toplarken, çeşme de toplamış elbet. Yüzlercesini, binlercesini biriktirdiği küfesinde çeşmenin taşı yitmiş, ruhu ebedilesmiş.
Çengelköy'deki Lahana Çeşmesi'ni görmeye gideceğiz minik okurla. Çevresindeki tüm sesleri kısacağız. Kornaları, kahkahaları, bağrışları.. tüm seslerin içinden onun sesine kulak kabartacağız. Bakalım bize neler anlatacak. Siz de gelsenize! 😃
Dipteki o not: İlginç ve bir o kadar hoş resimlemesinin yanında güzel bilinmezlikler ihtiva ediyor kitap. "Anne bu ne demek?" diye sorduracak ki, ne ala!
Ayrıca belirtmeliyim ki bilhassa çeşmenin tarihiyle ilgili ayrıntılar içeriyor.
Klasik masallarla derdiniz mi var? Muhalif tarafınız kımıl kımıl, homur homur itirazlar mı sıralıyor. Yalnız değilsiniz, ben de sizdenim 😃
Oğlum icin hazırladığım ilk okuma listelerindeydi de nasip bu ya, bir kütüphane rafında karşılaşacakmışız kendisiyle.
Ünlü çizer ve Çocuk Kitabı yazarı Selçuk Demirel'i duymayan, tanımayanınız yoktur herhalde. Yıllar önce yok paraya satın alıp yanımdan ayırmadığım bir karikatür albümü vardı çizerin. İlk yamuk hareketimde terketti gitti beni. Hadi dilim varmıyor söylemeye ama itiraf edeyim. Kadiköy'de bir sokak konseri izlemek için soğuk betona oturacakken yanımdan ayıramadığım cok sevgili "Başıboş"u, mabadı soguktan korumakla vazifelendirip betona yayınca orada kaldı. Gelmedi, unutturdu kendini. Çok sonra farkettim de ne çok üzüldüm, hayıflandım hadsizliğime. Siz siz olun kitabı demlik nihalesi, amerikan servis falan yapmayın. Küser, gider, hakkıdır.
Gelelim Karga ile Tilki ve Cırcır böceği ile Karınca'ya!
"Karga karga gak dedi, çık şu dala bak dedi
Çıktım baktım o dala, şu karga ne budala"
Şarkısını dilime dolayan Karga ile Tilki masalını bilirsiniz. Sarkıya takılmayın, serbest çağrışım o.
Hani kurnaz tilki peynire göz diker de ağaçtaki kargayı şakıtmak için türlü iltifat serdeder ya, heh işte o!
Selçuk Demirel'in kaleme aldıği masalsa bizim bildiğimizden biraz farklı. Bu sefer bizim kargayla tilki de duymuslar meşhur masalı. Yerler mi artık bu numaraları?
Cırcır Böceği ile Karınca ise bir başka macera.
Sizce de bedava konser dinlerken şikayet etmeyen karıncaların, devran dönünce ağustos böceğine tavrı haksızlık degil mi? Hem sanata saygı lütfen, değil mi ama 😉
Kaplumbağa Battuta ile tanıştınız mı? Hayır mı? İsim benzerliği sizi aldatmasın bizim Battuta, gezgin bir kaplumbağa. 1304-1368 yıllarında yaşamış ünlü müslüman seyyah İbn Battuta, kaplumbağa Battuta'nın büyük büyük dedesinin yakın arkadaşıymış. O da ismini aldığı İbn Battuta gibi bir gezgin.
Elimizde tuttuğumuz bu kitap Battuta'nın Kudüs Gezi Günlüğü!
Bolca fotoğraf çekmiş bizim için Kaplumbağa Battuta, bir sürü de not almış.
Dogrusu ya bu kitabı edinirken belki oğlumdan çok içimdeki çocuk heyecanlandı. En çok da Kenize Murad'ın, Joe Sacco'nun, Naci el-Ali'nin sözcükleri/çizgileriyle zihnime kazınan Filistin, Gazze, Kudüs ortak paydasından yükselen bir heyecan bu. Filistin mücadelesi ve dünyanın kalp kanatan sessizliğiyle konjonktürel olarak gündeme oturup, sessizce çekilen, inişli çıkışlı uzun bir mücadelenin heyacanı. Ne yazık ki..ve iyi ki!
Buraya beni de aşan bir üç nokta koyduktan sonra..
Bu çok değerli Çocuk Edebiyatı eserinin yazarı Zeynep Sevde Paksu hanıma gıyabında teşekkürü borç biliyorum.
Tüm dünyanın ve elbette inananların hatıralarından, belleklerinden sinsice kazınmak istenen Kudüs'ü sonraki nesillere anlatmanın bu güzel aracını bize kazandırdığı için minnettarım.
Battuta'nın seyyah titizliğindeki Kudüs notları oldukça ince detaylarla bezeli olmasına rağmen 6 yaşına henüz girmiş oğlum tarafından çok sevildi. Henüz tüm detaylarla ilgilenmiyor olsa da, kitabın kokusuyla çekti içine Kudüs'ü.
Battuta'nın İstanbul macerasını okumak için sabırsızlanıyor şimdilerde 😃
Keman çalmayı istemeyen bir çocukla, tek tutkusu keman çalmak olan bir ayının öyküsü bu.
"Aman ben yapamadım, çocuğum yapsın" annesi var bir tane de 😃
Yazar ve illüstratör Fatih Erdoğan'ın bu neşeli eseri, yine bir hikayeye götürdü beni.
Yurt odasında keman çalışırken ağlatmak yerine bas bas bağırtan, nihayetinde aldığı ihtarlar sonucunda çalışacak yer de bulamayınca kemanından olan bir kızın hikayesi.
Bingo'yu cok iyi anladım doğrusu.
Neyse ki çalışacak bir yer buluyor o! Su altı mağarasında mevsimler geçirmeden önce, türlü macerayla sınanıyor keman tutkusu. Kış uykusundan uyanınca bizim Bingo, çalmakta alıyor soluğu! Ormanı dolduran müthiş keman sesinin guzelliğiyle mest oluyor ahali.
Doğrusu ya keman çalmam için baskı yapan bir annem olsa, hikayeyi başlatan çocuk gibi ativerirdim kemanımı yayımı camdan aşağı.
Biri attı, diğeri tuttu bu masal da böyle başladı işte.
Yazarın bir şarkı gibi akan harikulade üslubuyla eğlenceli bir masal Kemancı Ayı'nın Masalı.
Aslında onu tanıyorsunuz muhtemelen. Ancak ben kendisiyle şimdi tanışmanın mahcubiyetindeyim. Eh, Vikipedia sağolsun.
Daha 1980 yılında, ben henüz doğmamışken Mavibulut Yayınları'nı kurmuş yazar. 1990-2000 yılları arasında ilk Çocuk Edebiyatı dergisi Kırmızıfare'nin ve ilk Çocuk Edebiyatı Araştırmaları dergisi Binbir Kitap'ın editörlüğünü yapmış. Istanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü'nde doktorasını yapıp Çocuk Edebiyatı üzerine dersler veren yazarın yazılmış çok sayıda eseri var.
*Keman sesinde hüzünle hatıralara dalan ve annesiyle babasını düşünen kahramanımız Bingo, belli ki hayli büyüyüp evden ayrılmış."Ah ne güzeldi çocukluğum!"
Bizim hassas kitapkurdu bu detayla hüzünlenip "büyümek istemiyorum" demediyse sizinkiler birşeycik yapmaz bence. Ama muhtemel dönemsel krizler için aklınızda bulunsun.
Bizden mekânların ya da bir sebeple çocuklarımız tarafından bağ kurulmasını istediğimiz toprakların çocuk kitaplarında öğretici bir eda olmaksızın fonu oluşturmasını önemli buluyorum. Çocuk gezi rehberi niteliğindeki çok değerli Çocuk Edebiyatı yapıtlarının yanında bu tür eserler de tabii biçimde mekânlarla tanıştırıyor onları. Belki bazen daha da kalıcı biçimde yer ediyor belleklerinde.
Namını çok duyduğumuz Galata Kulesi'nin Martısı Zeynep'le kütüphanede tanıştık ve cok sevdik.
Bir martının kanatlarında, rüzgâr kirpiklerimizle oynarken, Marmara Denizi üzerinde süzülüp Galata Kulesi'nde konakladık.
Zeynep vapurdan simit hediye ettiğimiz o martılardan biriydi belki, kimbilir?
Ya da geçen gün çocukların koşuşturup yüksek binaların çatılarına kovaladıklarından.
Üniversite yıllarında yazları harçlık çıkarmak için çalışırdım. O zamanlar Beyoğlu Ağa Camii yanında, Hacı Abdullah Lokantası'nın üstündeki binada bir kültür merkezi vardı. Bir dönem orada kitabeviyle ilgilenmiş, bir başka dönem Unkapanı'nda bir gelinlikçide yamak olmuş, bir dönem de Beyoğlu'nda bir mağazada tezgahtarlık yapmıştım.
Bu sonuncusu Galata'nın martılarıyla tanıştığım, eşsiz (!) ve yüksek oktavlı seslerinden konserler dinlediğim yerdi. Doğrusu ya o zaman da pek havalı gelmişlerdi bana. Ataları Cenova'dan gelip Marmara Denizi'ni mesken tutan Zeynep'in Karadeniz'den gelen martı Fikret'le dostluğunu okuyacaksınız bu öyküde. Kimsenin kuleye konmasına izin vermeyen bizim martı, kimseciklerin kulenin önünden uçmasına izin vermeyen çocuklar tarafından kanadından yaralanıveriyor. Bakın siz şu işe!
Uçan çocuk Tarık o, tüy gibi hafif! Tam da karne günü karnavalıyla sosyal medya paylaşımlarının üzerine Tarık iyi gider doğrusu. Ben olmanın yalnızlaştırdığı, bireysel başarının sahte kıstaslarının dünyasında uçan bir çocuğun hikayesi.
Simdi tüy gibi olduğuna bakmayın, Tarık kısa süre önce fil kadar ağırdı. Sırtında gittikçe büyüyen bir yükü vardı.
Vaktinin çoğunu oyuncaklarla dolu odasında, sadece kendisine ait başarıları ve varlıklarıyla geçiriyordu.
Bloklardan, kimsenin bir benzerini yapamayacağı bir kale yaptı Tarık.
Hiç kimsenin sahip olamayacağı kadar muhteşem bisikletiyle sanki tüm yollar onundu.
En güzel resmi o çizdi. Futbolda her zaman forvetti, dünyanın en iyi golcüsüydü o.
Yaptığı tüm büyük şeylere, başardığı her önemli işle birlikte Tarık'ın her geçen gün onu daha da çok yoran bir yükü vardı.
Tarık'ın sırtındaki yükü "Ben'"tipografisiyle resimleyen ressamla biz yetişkinler mesajı sadece bizim anlayabileceğimizi düşüne duralım. Tarık biz olmanın lezzetini keşfettikçe sırtındaki ağır yükten kurtuluveriyor hikayede. Hep bir ağızdan şarkı söylüyor arkadaşlarıyla, ormanda keşifler yapıyor.
Fil Tarık, uçuyor!
Bu incelikli ve hoş öyküyü yazan ve resimleyen, Suriyeli illüstratör ve yazar Gülnar Hajo.
Onu daha iyi tanıma arzum beni kendisiyle yapılmış bir röportaja götürdü.Arzu ederseniz, buyrun buradan.
Sırtımdaki Ağır Yük
Yazan ve Resimleyen, Gulnar Hajo
Erdem Çocuk
Bu yıl hastalıklarla ve türlü çeşit başka meşgaleyle girdim Ramazan'a. Sizlerle paylaşmayı çok arzu ettiğim bu tasarımları tamamlamak ve paylaşmak da gecikmeli olarak bu güne kaldı.
Geçen yıldan farklı olmak üzere bu yıl Ramazan ayında bir iyilik kumbaramız olsun istedim. Minikler içine mini mini harçıklarını atıp biriktirsinler.
Ramazan ayının sonunda bir teravih sonrası camiye gelen çocuklara dağıtmak üzere içinde birikenlerle minik hediyeler alalım. Ya da çocukla birlikte kumbarasını bir yardım kuruluşuna bizzat ulaştıralım.
Çerçeveleyip duvara asılabilecek bir "Ramazan Kerîm" posteri bulacaksınız ayrıca eklerde.
Hala çerçeveleyip astığınız bir posteriniz yoksa bu yıl, varsa sonraki yıllar için kaydedip kullanabilirsiniz. ;) Çeşitlendirmek mümkün olmadı şimdilik. Portakal Ağacı, Hatice Hanım'ın değerli Ramazan paylaşımlarıyla süsledik evimizi bu ay biz de. Zeynep Sevde Paksu'nun değerli ikramı Ay Takvimi de bir başka köşeyi şenlendirmekte. Bir de geçen yıldan kalan Nöbetçi Blog bayramlıkları var tabii.
Az kalsın unutuyordum!. bitutamani.blogspot.com.tr'nin paylaşımı olan sevimli Ramazan İmsakiyeleri de pek hoş bir ikramdı.
Bu vesileyle her birine teşekkür ederiz.
Kandil / Fanus, Bayram harçlığı kesesi, Hoşgeldin Ramazan ve Mutlu Bayramlar yazılı iki farklı flama da dosyalar arasında.
Çok konuştum, hadi bana müsaade.
Bunlar da Nöbetçi Blog ikramları efendim:
İndirmek için tıklayın; Fanus, Flama1, flama2, Para Kesesi, Poster, İyilik Kumbarasi Muhim not: Fanus/ Kandil kutu templateleri icin inmystudio'nun ücretsiz olarak paylastigi dosyalardan istifade ettim. Inmystudio'nun harikulade ramazan paylasimlarini da buradan inceleyebilirsiniz. http://inmystudio.com.au
"Küçük aslan, hayırdan başka bir şey söyle, n'olur"
"Hayır!"
Tavuk nine minik civcivlerine uyku vakti geldiğini hayırlattığında, heb birlikte, curcunayla, "hayır!"diyorlar. Aynı, az sonra Tavuk Nine'nin anlatacağı "Hep Hayır Diyen Aslan"ın hikayesinde olduğu gibi!
O kadar cok ve o kadar büyük bir istikrarla hayır diyor ki, zavallı minik aslan bu hayırlar yüzünden başını büyük bir belaya sokuyor. Sürüye karışan "hayırcı" aslandan ürken zebralar, meseleyi sürünün koruyucularına havale edince minik aslan kendini ensesinden yakalanmıs, çitayla yolculuk yaparken buluyor.
Hem de, hep hayır diyen aslanlara bayılan dev ahtapotun olduğu Evet Adası'na doğru!
Dev ahtapot hayir diyen aslanlara gerçekten bayılıyor. Yapıs yapış ahtapot öpücükleriyle yapışkanlığı giderici sözcükleri öğrenene kadar oynuyorlar minik aslanla. 😃
Bu eğlenceli hikaye, hayır demekte ısrarcı çocukların canlarından bezmiş annelerine pek hoş gelebilir. Öte yandan "çok hayır dersen çita ense kökünden kapıverir" mesajı içerdiğinden kaçak dövüş tadı da verebilir.
Iki durumda da muzırlık yapmakta ısrarcı cocuğun anne babası tarafindan yere yatırılıp bolca gıdıklanması ve yapış yapış öpülmesini salık veren bu eğlenceli kitabı çok sevdik.
O kadar zarif çizgilere sahip ki Erin E. Stead, doğrusu daha Bekçi Amos'la hasbihal etmeden resimlemesine vurulduk biz onun. Hayvanat Bahçesi'nde çalışan ihtiyar bekçi Amos McGee, müşfik bir kalbe sahip. Hani adımını attığı toprağın hakkını gözeten, iyilikle dolu, diğergam insanlar var ya? Onlardan..
Hayatının merkezine kendini koymanı öğütleyen modern dünyaya mukabil, merkeze diğerini yerleştirenlerden o.
Her sabah işe giderken bindiği 5 numaralı otobüsle ona geri dönecek olan bir iyilik zincirinin ilk halkası .
Amos, işlerinin yoğunluğuna rağmen dostlarına ayıracak vakti her zaman buluyor. Fille satranç oynuyor, kaplumbağayla yarışıyor, penguenle sessizce oturuyor, gergedanin burnunu silmesine yardım ediyor, karanlıktan korkan baykuşa masal okuyor.
Dostlarına incelikle ve onların ihtiyaçlarını gözeterek yaklaşıyor. Susmak isteyenle susuyor, koşmak isteyenle koşuyor, yardım isteyenin yardımına yetişiyor. Peki Amos ne istiyor?
Bir çoğumuzun aksine, çayına koyduğu şekerin hakkına dahi riayet ediyor. Nasihatlar vermenin, yargılayıp, dürtmenin, eşeleyip sonra tozlarını savurmanın peşinde değil. Bir dost iyi bir dinleyici ve destekçiden başka nedir? Bazen penguen gibi sessizce oturmak istediğinde sana eşlik eden, korktuğunda güzel şeyler olacağını müjdeleyen, hastalandığında kalbi senin için çarpan.
Amos da dostlarına ihtiyaç duyuyor bir gün. Hasta yatağından kalkmaya mecali olmadığında, her sabah 5 numaralı otobüsle yanlarına gittiği dostları dolduruyor bu defa otobüsü.
Biri ayaklarını sıcak tutuyor, diğeri mendil uzatıyor, beriki çay getiriyor, bir digeri masal okuyor.